1907’de doğan Kolb, bir Proust uzmanıdır. Ömrü boyunca Proust’un mektupları üzerine çalışan Kolb, Proust’un 1890-1922 tarihleri arasında yazdığı mektuplarından toplamda 21 ciltlik bir kitap serisi oluşturur. Üstelik bu sadece mektupların yüzde 10 ila yüzde 20’sine tekabül etmektedir.
Proust’un hayatına dair bilinmeyen pek çok ayrıntıyı, yaptığı titiz araştırmalarla gün yüzüne çıkaran Kolb, ‘Kayıtsız Adam’ adlı öyküyle de yine aynı araştırma sonucunda ve tesadüfen karşılaşır. Evet, tesadüfen karşılaşır zira bırakalım edebiyatseverleri, dünyadaki Proust uzmanları dahi böyle bir öyküden haberdar değildir.
KAYIP ÖYKÜNÜN İZİNDE
Proust’un, arkadaşı Reynaldo Hahn’a yazdığı bir mektupla başlar her şey. O vakitler ‘Hazlar ve Günler’ adlı kitabının baskı provaları üzerine çalışan Proust, Hahn’a yazdığı mektupta şöyle der:
“Büyük bir şey üzerinde çalışıyorum ve oldukça iyi olduğunu düşünüyorum. Bunu, daktilo ettirdiğiniz Lebré, Opera vs. hakkındaki öyküyü derlememden çıkarmak için bir bahane olarak kullanacağım.”
22 Eylül 1894 tarihinde yazılan bu mektupta, Proust’un yeni yazdığını söylediği öykünün ‘Sylvanie Vikontu Baldassare Silvande’ın Ölümü’ olduğunu belirtir Kolb. Peki çıkarmasını istediği öykü hangisidir?
Kolb araştırmalarını iyice yoğunlaştırır ancak ‘Hazlar ve Günler’in ilk prova baskısı, bahsi geçen değişiklikten sonra gerçekleştiği için öyküye erişemez. Kolb da mektupları incelemeye devam eder. Nihayetinde ve yine bir tesadüf eseri Proust’un 1910’da yazdığı ve arkadaşı Robert de Flers’e gönderdiği bir mektupla karşılaşır. Bu mektupta şöyle yazar Proust:
“O dergide budalaca bir öykü yazmıştım, şimdi lazım oldu ve derginin sayısını gönderebilirsen, bana büyük bir iyilik etmiş olacaksın.”
Mektubun bir yerinde şunu da ekler:
“Ofisleri Boissy-d’Anglas Sokağı’ndaydı diye hatırlıyorum.”
Kolb için bu büyük bir işarettir. Hemen araştırmaya başlar. Ancak o yıllarda, Proust’un mektubunda bahsettiği “La Vie Contemporaine” adlı iki dergi bulunmaktadır. Bu dergilerden biri sosyolojiyle ilgili olduğu için onu hemen eler Kolb ama ikinci de Boissy-d’Anglas Sokağı’nda değildir.
Kolb yine de derginin sayılarını tarar ve derginin dokuzuncu yılının ilk sayısında, 1 Şubat 1896’da, gizli hazineyi görür: L’Indifférent (Kayıtsız Adam) – Marcel Proust.
SWANN VE LEBRÉ
Proust’un bu öyküyü “budalaca” olarak değerlendirip kitabından çıkarmak istemesinin sebeplerini tam olarak bilemiyoruz ama Kolb, “karakterlerin beceriksiz ve yüzeysel” olarak ele alınmasının, “inandırıcılıktan uzak olan finalin” geçerli bir sebep olabileceğini belirtiyor.
Peki buna rağmen ‘Kayıtsız Adam’ın değersiz bir öykü olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kolb, ‘Kayıtsız Adam’ın, sadece Proust’un kayıp bir öyküsü olduğu için değerli görülmesi gerektiğini söylemez, Swann’ın bir ön çalışması gibi değerlendirilebileceği için de önemli olduğunu düşünür. Bunun için iki temel gerekçeye sahiptir.
İlki şudur: Proust, Robert de Flers’e yazdığı 1910 tarihli mektupta, bu “budalaca” öykünün “lazım olduğunu” söyler. Kolb da buradan yola çıkarak bizi ‘Kayıp Zamanın İzinde’ serisinin başına götürür ve ilk kitap olan ‘Swann’ların Tarafı’nın 1913’te yayınlandığını belirtir.
Tabii Kolb bu bağlantıyı öyküyü okuduktan sonra kurar. Zira ‘Kayıtsız Adam’ın başkarakteri Lebré ile Swann arasında çok önemli benzerlikler bulunmaktadır. Bu da ikinci gerekçedir. Proust da arkadaşına yazdığı mektupta bu yüzden öyküyü yeniden okumak istediğini söylemiş olabilir.
‘BEN SENİ SEVMEZSEM, SEN BENİ SEVERSİN’
‘Kayıtsız Adam’ kısa bir öykü. Paris sosyetesinin öne çıkan kadınlarından biri olan ve eşini dört yıl önce kaybeden Madeleine, güzelliğiyle her girdiği yerde dikkat çekmeyi başaran biridir. Lebré ise kendi halinde, sanatçı ruhlu ama dikkat çekecek bir özelliği bulunmayan sıradan bir adamdır.
Madeleine ile Lebré’nin üstü örtük bir flört içinde bulunduklarını anlarız. Dahası, Madeleine böyle olduğunu düşünür ancak Lebré’nin ona yeteri kadar ilgi göstermemesini bir yere oturtamaz. Öyle ya, nihayetinde Madeleine çok güzeldir ve bundan daha fazlasına layık olduğunu düşünür.
“Ben seni sevmezsem, sen beni seversin” sloganınca Madeleine gün geçtikçe Lebré’ye aşık olmaya başlar ve beklentilerine rağmen bir türlü ilgi görmediği için Lebré’yi tabiri caizse bir takıntı haline getirir. Yeri gelir onu görmek dahi istemez, yeri gelir onu görmek için yolunu değiştir. Hatta etrafında dolanan flörtöz erkeklerle avunmaya çalışır ama onların da “hepsinin Lebré olmamak gibi korkunç bir kusuru vardır”.
Lebré’nin neden böyle davrandığını, öykünün lezzetini kaçırmamak için söylemiyorum ama Kolb, Lebré-Madeleine ile Swann-Odette arasında bir paralellik kurar. Bu paralellik sadece aşkın kurgulanış biçiminde değil, Swann’la Lebré arasında da vardır, zira ikisi de kendi dönemlerinin zengin ve soylu kadınlarını değil, alışılagelmişin dışında olan kadınları beğenmektedirler.
Kolb bunun dışında, her iki ilişkide de tabloların, çiçeklerin ve her şeyden öte ıstırabın ne denli benzerlik gösterdiğini de açıklar. Bütün bunlar da bize ‘Kayıtsız Adam’ın sadece kendisinden ibaret olmadığını düşündürür.
‘Kayıtsız Adam’ geçtiğimiz günlerde YKY etiketiyle Ayşenaz Cengiz’in çevirisiyle yayınlandı.
Proust hayranlarına duyurulur!